Bölüm 10
TH-145 yaklaşık 8000 fit irtifada ağır ağır doğuya doğru yol almaktaydı. Limanda gerekli hazırlıklar ve ikmal bittikten sonra kaptan yola çıkılması için gerekli izinleri almış mürettebata da standart ikmal görevine Artvin’e gidileceğini bildirmişti. Tabii ki bu görev asıl vazife için sadece bir kılıftı. Erdoğan kaptan yıllar önce gerçekleşen kargaşada kızının izini kaybetmiş, hala onun sağ olduğu inancı ile her yerde onu arayıp soruşturuyordu.
Tufan ile de bir kaç yıl önce tanışmışlardı. Onun da babası maden mühendisi olarak Artvin’de bir demir madeninde çalışmaktaydı. Yıllardan beri babasından haber alamayan Tufan Kıbrıs’taki bir limanda Erdoğan kaptan ile karşılaşmış, hoşbeş ederken de alkolün de verdiği rahatlıkla onun da kızını aradığından haberdar olmuştu. Böylece yıllar içerisinde, amaç birliği sayesinde dostlukları ilerlemişti. Sık sık son dedikoduları paylaşır ve yeni haberleri birbirlerine iletirlerdi.
Son alınan havadisler ikisinin de rotasını kesiştirmişti. Sonuçta telsiz kestirmelerinin alındığı ve Tufan’ın ışıkları gördüğü yer eski bir maden bölgesiydi.
Günlük tamirat – tadilat işlerini bitiren Saliha akşam sigarasını batıda ufuktan aşağıya doğru kaymakta olan güneşe karşı tüttürdükten sonra yemekhaneye doğru yola koyuldu.
“Şu menemen borcumu tahsil edeyim artık.”
“Ooo, sizi buralarda görmek ne güzel teknisyen hanım.”
“Bırak dalgayı Tekin, valla kurt gibi acıktım. Hadi yiyelim artık yemeğimizi. Yoksa hazır değil mi daha?”
“Müneccim miyim kızım ben? Haber vereydin o zaman. Dur beş dakikada hazır ederim ben, sen şuradan bir bardak çay koy kendine.”
Çayını alan Saliha hava gemisi yemekhanesindeki masaya oturdu ve masa altındaki kolu çekerek yan korumaların çıkmasını sağladı. Böylece yemek yiyenlerin tabakları gemi sallanırken düşmeyecekti. Ama yemek yemediğinden kolu tekrar eski haline getirdi. Teknisyen refleksi işte, ekipmanların çalıştığını görmek kendisine bir rahatlık veriyordu. Kendisi de yaptığına anlam veremeyen Saliha Tekin’e bir laf attı.
“Tufan nerede acaba?”
“Ne bileyim ben.” Tekin kendisine atılan yemi yutmuştu. İçten içe keyiflenen Saliha devam etti.
“Kaptanla aralarında sürekli bir fısıldaşma görüyorum, kesin gittiğimiz yer ile ilgili bir durum var. Ben bir ağzını yoklayayım Tufi’nin”
“Bence bir şey alamazsın ağzından.” Tekin, Saliha’nın o adamla yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığın hıncını yumurtadan çıkardı.
“Hay ben senin gibi yumurtanın.” Sertçe kırılan yumurta ocağa saçılmıştı. “Neyse sen yerken ben temizlerim artık ocağı.”
“Sevgini katmıyor gibisin menemene, bak sonra notunu kırarım.”
Tekin güzel bir gülümseme ile cevap verdi ve pişen menemeni ocaktan alarak masaya koydu.
“Afiyet olsun, bol sevgi, iki domates, üç yumurta ile yapıldı.”
“Of be, eline sağlık. Gel beraber yiyelim.”
“Sağol sana afiyet olsun, etrafı temizleyip diğer yemeklere başlayayım. Geminin aşçısıyım sonuçta. Ama seninle aynı anda muhabbete devam edebilirim. Multitasking bir adamım ben.”
Saliha menemenine yumulmuşken içeriye giren Tufan kendisine sade bir kahve aldıktan sonra Saliha’nın yanına oturdu.
“Tekin az gelsene. Size anlatacaklarım var.”