Bölüm 16
Cerrattepe Danışmanlık Bürosu – Kapıyı çalmadan girme, çarpmadan çık!
Odanın içeride göz gözü görmüyordu, masanın arkasında çalışmakta olan Cansu gözlüklerinin üstünden içeriye giren şahsa ters ters baktı. Taktığı gözlüklerin kendisine iyice deli doktoru havası versin diye mi yoksa gerçekten gözlerinin bozuk olmasından dolayı mı taktığını bilen kimse yoktu koca madende. Kendisine bunu sorabilecek bir babayiğit de.
Bu yeraltı dehlizinde namı almış yürümüş, kimi zaman sadece varlığı bile en şiddetli depresyonların ve sinir krizlerinin, danışanlarının daha odasına bile uğramadan iyileşmesine sebep olmaktaydı. Kısacası pek ziyaretçisi olduğu söylenemez, kendisi de çoğu zaman kimseyi görmeden günlerini Freud, Kafka, Nietzsche, Kierkegaard okuyarak geçirirdi. Kumandan Salih’ten odasına pofurdayarak beyaz dumanlar saçan koca bir nargile takımı istediğinde bile kendisine karşı çıkılmamıştı.
İstanbul’da “Zümrüdüanka” isimli çok meşhur bir psikiyatri kliniğinin sahibi ve çok ünlü bir doktor olduğu günler eskilerde kalmıştı. Aslında psikanaliz konusunda oldukça yetenekli bir doktor olmasına rağmen nedense bu madenin basık havası, erkek egemen nüfusu ve dünyanın gidişatı içindeki terapi aşkını söndürmüştü.
“Merhaba Cansu hanım, randevuma 10 dakika daha var ama müsaitseniz şimdi gelsem olur mu acaba?”
Utana sıkıla içeriye giren Cerrattepe’nin büyücüsü, yani daha doğrusu elinden her iş gelen ustabaşısı Sebahattin usta idi. 40’lı yaşlarının sonlarına yaklaşmış olan namıdiğer ‘Sebo’ usta eski zamanlardan kalma naif ve utangaç tavrı ile madende sevilen bir şahsiyetti, zaman zaman çaldığı bağlaması da yer altındaki gam bulutlarını dağıtmada oldukça etkiliydi.
“Buyur Sebo’cuğum, gel otur.”
Doktorun bu yer altı hapishanesinde saygı duyup adı yerine lakabı ile çağırdığı tek insandı, hatta hiç belli etmese de kendisini sevdiği bile söylenebilirdi. Ama şimdiye kadar kendi ağzından bir sevgi sözcüğü, bir iltifat duyan yoktu bir dağ dolusu insan içerisinde.
“Evet Sebo’cuğum hala devam ediyor mu uykusuzluk problemi?”
“Cansu hanım ne yaptıysam olmuyor, ne zaman adam akıllı bir uyku çektim hatırlamıyorum valla. Acaba ilaç filan mı verseniz bana?”
“Olsa vereyim tabii de, ara da bulasın melatonini burada, haber verdim gelecek ikmal araçlarından bir tanıdığa ama ne zaman burada olur bilemem. Senin ismini pek telaffuz edemediğin bu insomnia rahatsızlığının pek çok sebebi olabilir. Depresyon, stres, sıcak hava gibi pek çok sebep var mesela, Maldivler’de olmadığımıza göre bu sebeplerin hepsi mevcut burada Sebo.”
Sebo’nun suratı asılmışken gözleri önüne düştü ve mahzunlaştı. Cansu kendisine acısa da suratında bunu yansıtan bir ifade oluşmadı, tam danışanına bitkisel bazı tedavi yolları açıklamak için konuşmaya başlayacakken telefonu çalmaya başladı.
Bu odadaki telefon asla çalmazdı, odasına bile gelmeye çekinen bu insanların telefonla kendisine bir şeyler sormak istemesi için bir değil tam iki tane yürek yemeleri gerekirdi. Cansu da bu durumdan memnun sayılırdı aslında, kendi küçük sığınağında emniyette idi, bazen içten içe başkaları ile yakınlık kurmak istediği oluyordu tabii ki, sonuçta bir psikolog olarak insanın sosyal bir varlık olduğu, yeterli uyaran olmadığı takdirde insanın delireceğini de kendisinden daha iyi bilen kimse yoktu çevrede.
Merakla açtı telefonu.
“Efendim.”
“………………”
“Hemen geliyorum.”