Hava Gemisi TH-145[18]

Bölüm 18

Nairobi Jomo Kenyatta havalimanından kalkan TK608 sefer sayılı uçuşunda Cansu geçirdiği altı günün hesabını kafasında yapmakta iken, yanındaki koltuğa gelen yolcunun parfüm kokusu ile şimdiki zamana sert bir düşüş gerçekleştirmiş oldu. O seneki gerçekleştirilen yıllık psikoloji kongresine, EMDR tekniklerinin ergen gruplarında uygulama yöntemleri konusunda hazırlamış olduğu bildiri ile katılmış, konu kongreye katılım sağlayan dünya çapındaki psikolog ve psikiyatrların ilgisini çekmiş, kahve molası verildiği zaman konu ile ilgili yanına yaklaşanlarla güzel sohbetler edilmişti.

Her ne kadar verimli ve keyifli bir zaman geçirmiş olsa da Cansu İstanbul’a dönmekte olduğuna içten içe sevinmekteydi. Hem özlediği kişiler vardı, ama aslında kendi evini, güvenli sığınağını, herkesten kaçıp saklandığı, kendisi için mahrem olan dairesinde geçireceği zamanı iple çekiyordu.

“Bıkmadın mı hala bu fare yuvasından?”

İçeriye kapıyı çalmadan bodoslama dalan Tufan’dı.

“Çüşş, dingonun ahırı mı burası? İnsan önce kapıyı çalar, bir kadının odasına nasıl girilir hala öğrenemedin. Ya etrafta asılı çamaşırlarım varsa? Yine neyin peşindesin? Ne işin var burada?”

“Saçmalama ya. Önce bir şeyler yemesek mi? Tavuk döner yok mu? Martı da olur. Kurt gibi acıktım. Kolay mı bu kıyafetlerle dağ bayır dolaşmak?”

Kıyafetinin başlık kısmını elinde tutmakta olan Tufan, tulumu çıkarmak için başlığını terapi yatağına fırlattı. Yataktan zıplayan başlık geri sekerek büyük bir gürültü ile yere düştü. Bir süre uğraştıktan sonra göğüs cebinden sigarasını çıkartarak bir tane de kendisine ters ters bakan Cansu’ya uzattı.

“Al bakalım, ‘Made in mother Russia'”

“Oğlum mis gibi Karadeniz tütünü varken senin dandik Rus malı sigaranı mi içeceğim? Hem ben fokurdatmayı daha çok seviyorum. Neyse sadede gelsene sen, beni çok özlediğinden geldiğine inanacak göz var mı bende?”

“Kumandan ile konuşmaya geldim.”

“Evet kızının yerini öğrendiğini söyledi bana bugün. Sen mi haber verdin?”

“Evet”

“Sen nereden öğrendin?”

“Gözlerimle gördüm. TH-145’de”

Tufan gözlerini kısarak Cansu’nun vereceği tepkiyi gözlemeye başladı. Ama tabii ki Cansu’nun en ufak bir tepki vermeyeceğini de tahmin etmişti. Sonuçta üvey ablasının ne kadar kontrol manyağı olduğunu ondan başka kimse daha iyi bilemezdi.

“Peki, senin bu işten ne karın olacak? Yaralı parmağa işemezsin sen.”

“Ayıp oluyor ama. Adamcağıza kaç yıldır peşinde olduğu kızının haberini ulaştırıyorum, sen altında bir şeyler arıyorsun.”

Cansu gözlerini kısarak, psikologların en sevdiği bakışı attı.

“Sen tam olarak ne dedin kumandana? Saliha’nın 145’te olduğunu söylemedin değil mi?”

Tufan hınzırca sessizliğini bozmayınca Cansu’nun tepesi iyice attı.

“Allah belanı versin Tufan. Senden ümidimi kesmekte ne kadar da haklıymışım. Beni hiç yanıltmıyorsun. Defol git buradan ya. Hangi küçük oyunların peşindeysen git başka yerde oyna. Ben yokum bu işte.”

“Son sözünü söylemeden beni biraz daha dinle istersen.”

“Seni ne dinleyeceğim ya. Bas git.”

“Tek öğrendiğim Cansu’nun yeri değil. Aynı gemide Hakan’ı da gördüm. Merak etmişsindir belki…”

Aklına birkaç milisaniyede binlerce düşünce uçuşunca Cansu koltuğuna oturmak zorunda kaldı.

“Şu Rus malı sigarandan bir tane ver, çabuk.”

Yorum yapın