Saliha karanlık bir denizde elinde bir fener ile uzakları tarıyordu. Deniz sakin, neredeyse süt liman denilecek kadar düzdü. Ancak kimi veya neyi aradığını bilmiyordu. Hatta gerçek mi rüya mı onu dahi ayırt edemiyordu. Ne olmuştu da denizin tam ortasında bilmediği bir arayış içerisinde kendisini bulmuştu? Anımsayamıyordu. Birden avazı çıktığı kadar bağırdı:
“Kimse yok mu?”
Ama engin denizde sesi kaybolup gitti. Ne yapacağını nereye gideceğini bilemiyordu. Hatta nasıl oluyordu da denizin üstünde herhangi bir yüzen cisim olmadan dolaşabiliyordu? Bu saçmalıklar ancak bir rüyada olabilirdi. Birisi onu uyandırmadan nasıl uyanacaktı? Yoksa ölmüş müydü? Bu son düşünce ürpermesine neden oldu. Biraz da kederlendirdi Saliha’yı. Hayatının aşkını bulamadan ölüp gitmesi pek de zoruna gidecekti.
Ölmemiş olduğunu kanıtlamak istercesine son yaşananları hatırlamaya çalıştı. Ama hafızası bomboştu. Sadece ismini hatırlıyor olması da tuhafına gitti. Uzaktan bir müzik sesi duyduğunu sandı birden. Ama engin denizde bunun olması da saçma geldi. Birden saçma bulduğu bu düşüncenin içinde bulunduğu saçmalığa kıyasla pek de saçma olmadığını düşünerek kendisine güldü.
Müzik sesine doğru nasıl olduğunu bilmeden – uçarak mı yoksa yüzerek mi – yol aldı. Ama müzik sesi birden kesildi. Sonra limon kolonyası. Çok sert ve güçlü bir kokuydu bu. Sanki gerçek gibi. Hayata onu bağlayan bir anıydı bu. Küçükken her bayram evlerinde eksik olmayan limon kolonyası. Hem de Selin marka. Koku hafızası belki de en güçlü olanıydı hafızalardan.
Bir anda gözlerini açtı Saliha…